Cumartesi, Ocak 28, 2006

Handsfree #1

Yağmurda ıslanıp,sonucunda zatürre olacağımı bilsem bile işim olmaz.Zaten başından beri biliyordum.Yağmurla alakası olmadığı besbelliydi.”Şems-iye”.Basbayağı “Güneş-lik”.Yağmurlu bir sabah çocuklar okula giderken;sırtlarında çanta,bir ellerinde resim çantası ve bir ellerinde “O”,baba işe giderken;bir elinde çantası ve bir elinde yine “O”,anne ise pazardan dönüyor;bir elinde kilolarca sebze-meyve dolu poşetler yine bir elinde “O”.Zaten topu topu iki tane el vardı.Biri genelde bir şeyler taşıyordu,diğeri ise “O”nunla meşgul edilmemeliydi.Zira çok daha önemli aktiviteler mevcuttu.Sigara içilebilir,durağa yürürken gevrek(o ne be diyenlere simit gibi ama simit değil)yenilebilir ya da tespih sallanabilirdi.İnsanlığın bu zulümden kurtulması lazımdı.O an çakan şimşekle eş zamanlı kafamda da bir şimşek çaktı.Kısaca;tepe merkezinden omuzlara inen iki ayağın koltukaltlarından dolaşıp taşıyıcı vazifesi göreceği bir şemsiye.El kullanmadan,özgürce.Henüz bununla ilgili bir fizibilite çalışması yapılmış değil.Ayrıca bu ürünün sokaklara çıkmasıyla,bana verilmeye layık görüleceğini düşündüğüm Nobel bilim ödülünü kimin elinden alacağıma daha karar vermiş de değilim.

“Ben daha iyisini yapana kadar en iyisi bu”
---------------------------Voksvagın Rebetika

Pazartesi, Ocak 23, 2006

Artık Uzun Cümleler Kuruyorum

Gidip gitmemekte kararsızdım.O kadar yoğunlaştı ki konserler buralarda, gönül hepsine gitmek istiyor ama karşıma bütçe engeli çıkıyor.Bu da ister istemez aralarından seçim yapmaya itti beni.Ve uzun mülahazalar sonucunda önümüzdeki bir ay içinde izleyeceğim konserlere karar verdim.Dün akşamki "Şebnem Ferah" konseri bunlardan biriydi.

Konser BKM'nin yaptığı organizasyonla "Levent Marina Platinyum"da gerçekleşti.Bu arada mekandan bahsetmek gerekirse, burası çok güzel bir yerde konumlanmış olmasına rağmen -büyülü müdür nedir- bir türlü dikiş tutmuyor ve düzenli olarak ismi değişiyor.Ama değişmeyen tek şey mekanın o anki isminin sonunda parantez içinde "Levent Marina" yazması.Çünkü insanlara burayı tarif etmenin en kolay yolu bu.İsimler ve işletmeciler değişiyor ama marina her zaman orada ve birbirinden alımlı teknelere kucak açmış durumda bekliyor.

Kapı 9:00'da açılacaktı,biz de 8:30'da mekana varmış durumdaydık.Ama uzun kuyruktan olsa gerek içeri almaya başlamışlardı.10 dk. falan bekledikten sonra kapıya geldik.Geldik ve ne göreyim! "Konser Salonuna Kamera ve Fotoğraf Makinası ile Girmek Yasaktır." "Her işte bir hayır vardır" dedim içimden.Zira küçük bir problemden dolayı yanıma fotoğraf makinası alamamıştım.Yazıyı görünce sevindim yanımda götürememiş olmama ama açıkçası fotoğraf ve video çekebilmek isterdim sizlerle paylaşmak için.Ki çok iyi olurdu böylelikle yukarıdaki detaylara girmek zorunda kalmazdım.

Salon hınca hınç doluydu.Bu coşkulu kalabalığı bekletmedi ve ilan edilen zaman olan 10:00'da çıktı sahneye Şebnem.Birkaç son albümden parça söyledi ve ondan sonra hep eskilerden, dillerde dolaşanlardan.Müzisyen arkadaşlarıyla uyum içinde, albümlerdeki sesinin aynısıyla, bir kez bile detone olmadan ,hiç ara vermeden 2 saat boyunca sahnede kaldı.Bu arada uzun zamandır görmediğim tanıdıklara da rastladım orada.Hayatına akışına kapılıp nasıl sürüklendiğimizi fark ettirdi bana bu.BKM;her zaman problem olan dönüş yolculuğunu da düşünmüştü.Şehrin merkezi yerlerine servisler vardı çıkışta.Fakat konser salonundan bu yönlere iki farklı yol üzerinden gidiş olmasına rağmen servisler sadece sahil yolu güzergahını izliyordu.Oysa diğer güzergahı izleyen servisler de olmalıydı zira ben o diğer güzergah üzerinde oturuyorum.Ama olsun,servis olayının düşünülmüş olması bile güzel bir aşama kat edildiğinin göstergesi benim için.

Gecenin sonunda Şebnem ile anlaşamadığımız tek nokta vardı.O "Artık Kısa Cümleler Kuruyor"du ben ise burada yazmaya başladığımdan beri "Uzun."

Cuma, Ocak 20, 2006

Dünyayı Kurtaran Adam (Episode 1)

Gece geç saatlere kadar uyanık oluyorum.Eskiden bir film,tartışma programı ya da bir belgesele takılıp kalıyordum ama bilgisayar sahibi olduğumdan beri internete takılıp kalıyorum.İşte bu gecelerde insanlık haliyle ağzım kuruyor.Odayı paylaştığım,aynı anne-babadan olduğumuz insanın yatağı ile benim yatağım bir birine paralel,televizyona dik halde konumlanmış durumda. Sürahi ve bardak da bu iki yatağın arasındaki masanın üstünde.Gecenin o kör saatinde su bardakla buluşunca inanılmaz şekilde yükses bir ses çıkıyor ortaya.O kadar ki yan yatakta uyuyan insan uyanmasın diye ne yapacağımı şaşırıyorum.Ben her ne kadar bardağı,bira koyarken köpürmesin diye tutulan şekilde yaklaşık 30 derecelik açıyla eğik şekilde tutsam da nafile.

Bunun üzerine düşünmeye başladım.Akışkan sıvının sert bir cisme ya da zemine belli bir hızdaki teması ses çıkması için yeterli bir sebepti.Doğa kanunuydu bir yerde.Ama öyle bir çağdayız ki adamlar koyun klonlamış,yakında “Bakınız babasız çocuk da oluyor” diyecekler.Bu neden olmasın dedim kendi kendime.Ama sonra düşündüm ve bilim dünyasının bu işle uğraşmasına gönlüm el vermedi.

Şimdilik ne yaparsam yapayım,"su" illa ki solosunu atacak orada –bir müzisyen edasıyla- ve her defasında bana Ortaçgil’i hatırlatarak hafif bir tebessümle içimden “Bu Su Hiç Durmaz” dedirtecek.


P.eS. : Gün bugündür ki doğumgünümdür.aslında sevmem doğumgünü muhabbetlerini ama siz okuyucularımla paylaşmak istedim.Beni sizler var ettiniz ama ben sizi unutmadım,arada halkın arasına karışmak için dolmuşa biniyorum hatta bazen sokakta bile yürüyorum:)

P.PeS. : Bir de doğum tarihimi ay takvimi diğer deyişle hicri takvime göre hesaplayıp bundan sonra ramazan ve kurban bayramı gibi her miladi senede bir 10 gün geri alarak eda edeceğim doğum günümü.Böylelikle yazın doğum günü yaşamak nasılmış onu da tatma imkanım olacak.

Pazartesi, Ocak 16, 2006

İkti-Sat

Makro göstergeler yetmiyor seni anlatmaya
Demek ki fazla gösterişlisin.
Ne zaman ki cari açık hesaplanır
O zaman anlarım,senden ithal ettiklerim beni bu hale getirmiş.

Çarşamba, Ocak 11, 2006

Aman Diyim

Gazeteci,mühendis,öğretmen gibi farklı meslek sahipleri beş adamdan oluşan "Yüksek Sadakat" 1997'de Hürriyet müzik yazarı ve Blue Jean yayın yönetmeni Kutlu Özmakinacı tarafından -ki grubun basçısı ve albümlerindeki tüm söz ve müzik müziklerin sahibi- "Filinta" adıyla kurulmuş.Çok sayıda eleman değişikliği yaşanmış ve Eylül 04'te bugünkü kadrosuna ve ismine kavuşmuş.

Kayıtlar Nisan 05'te bitmesine,albümün çıkış tarihi Temmuz 05 olarak açıklanmasına rağmen bu tarih defalarca ertelenmiş.Ama grup bu arada boş durmamış,çeşitli festivallere katılmış ve albümleri olmamasına rağmen seyircilerin ilgisini çekmeyi başarmış.Kasım 05 sonlarına doğru çıkış şarkıları radyolarda dönmeye başladı ve güzel tepkiler aldı.

En nihayetinde Ocak 06'nın ilk haftasında albüm piyasaya sürüldü.Ben ahım şahım bir satış ummuyorum bu albümden.Çünkü ilk başta göze çarpan etkili vokal ve bas tonu dışında sürükleyici melodilere sahip değil.Albümün çıkış ve aynı zamanda ilk klip adayı diye duyduğum parça gayet başarılı.Hüsnü'nün klarnet sololarıyla kalitesi katlanan parça "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"

Bu parçayı bugünlerde dinlemek de bir enteresan durum yaratıyor.Hadi üstümüzden bir kuş geçsin,gelenek üzerine talih dağıtmak niyetiyle de tepemize sıçsın.İyi hoş da ya gripliyse bu hayvancağız.Bu yüzden eski müzisyen-besteci,bugünkü Doğan Medya Grubu Başkan Yardımcısı Ertuğrul Özkök'ün damadı ve DMC'nin Genel Müdürü Ercan Saatçi zamanlamada biraz hata yapmış sanki.

Not:Bu grubu-albümü anlatmamın,çıkış parçasında Hüsnü'nün solosuna yer verilmesinden kaynaklanan duygusal bir yanı yoktur.

Cumartesi, Ocak 07, 2006

Dumur

Ben bu ozoyu tanımam etmem aslında.Ortak noktamız blog alemine beton ve donna adlı ortak dostlarımızın teşvikiyle katılmış olmamızdır.O benden az biraz daha kıdemli.Neyse ilk yazımda hoşgeldin dedi.Hoşbulduk dedik.Yazılarını okuduk , yazılarımı okudu.Derken adamın bugün yaptığına bak.Ben şimdi ne yapsam altından kalkamam bunun.Tam da birkaç gündür kafamda bugün yazmak üzere bir şeyler toplamıştım.Adam alt üst etti beni.Tabii işin içinde beton ve donna da varmış.Sağolsunlar , eksik olmasınlar.SİZ BENİ "ŞENLENDİR"DİNİZ ALLAH DA SİZİ "ŞENLENDİR"SİN

Salı, Ocak 03, 2006

herro da değilim merro da değilim , Polat Alemdar'ım

Beton'un da dedigi galiba hayat birler ve sıfırlardan oluşuyor.Yani insanlar matematiğe aldırmadan 0 ile 1 arasında sonsuz sayı olduğunu kabullenmek istemiyor.İlla ki tam olmak zorunda olduğunu , kesirli olma gibi bir şansları olmadığını düşünüyorlar.Yeni tanıdıkları veya uzun zamandır tanıdıkları insanları "aptal" ya da "akıllı" gibi sıfatlarla tanımlayıp işin içinden sıyrılıyorlar.Ya da meşhur madalyon hikayesi.İki yüzü var.Birini beğenmezsen öbürü mutlaka sana uyar.Ve hepsinden şöhretlisi su bardağı.Garibim Paşabahçe mamulü , dünyadan habersiz yarısına kadar su doldurulmuş.Ne birisi onu içiyor , ne de bir Allah'ın kulu üstüne su ekliyor.Bakın bardak da insanlara benzemiş.Ortada olmak işine gelmedi , insanları taklit etmeye karar vermiş.Tabii insanlar bu arada harıl harıl tartışmaktalar."Bir de bardağın dolu tarafına bakmak lazım" , "Bakamam arkadaşım aha boş işte".Ben ise onları dinlerken kafamda bardağın su dolu kısmı ile hava dolu kısmı arasında sonsuz büyüklükte bir "özerk ve federe boşluk" düşlüyorum.

Pazar, Ocak 01, 2006

Bu mudur

Yazarken girdim yeni yıla ya da yazarken yeni yıl bana girdi.Rivayet doğruysa şayet bütün senemin yazmayla geçmesi lazım.Gerçi yan anlamlarıyla baktın mı ; kızlara yazmak , yapmam gerekenleri yapmadığımda evdekilere yazmak , bi de düşeyazmak.Kısaca bütün seneyi yazmakla geçirmeye eşdeğer.Burayı da ekledimmiydi bak sen şenliğe..Sen de Yaz Yaz Yaz! ama bi kenara değil , bir altıgenin tüm kenarlarına.